Trump seçimleri kaybetmiştir fakat Amerikan işçi sınıfı hâlâ silahsızdır

      Trump seçimleri kaybetmiştir fakat Amerikan işçi sınıfı hâlâ silahsızdır için yorumlar kapalı
Amerika Birleşik Devletleri’nde başkanlık seçimleriyle temsilciler meclisi ve Senato için kısmi genel seçimler yakın geçmişte yer almıştır ve polis şiddetine karşı yapılan gösterilerin son bulmasına yol açmıştır. Bu seçimler bilhassa önde gelen iki burjuva partiyi yani Demokrat Parti ile Cumhuriyetçi Parti’yi karşı karşıya getirmiştir. Bu, her şeyden evvel ne seçim kampanyasının ne de neticelerin Amerikan işçi sınıfı için bir dayanak noktası veya bir toplanma etkeni olmadığı manasına gelmektedir. Bu seçimlerde, geçmiş seçimlerde ve seçim ortamının dışında olduğu gibi, işçi sınıfının, ezilen azınlıkların, emekçi kadınların ve gençlerin grevlerinde, gösterilerinde vs. içinde bulundukları arayışlar işin sonunda Demokrat Parti’ye tabi kalmıştır.

Cumhuriyetçi Parti, Hristiyan rahiplerin yardımıyla daima büyük bir tabana sahip olmuştur, ki bu bilhassa bağımsız çalışanlar, liberal mesleklerde çalışanlar, küçük şefler, hapishane gardiyanları, polisler ve (sayıları zamanla git gide artan) mesleki askerler, Küba göçmenleri… için geçerlidir.

Bu partinin rakibi, yani kölecilerin eski partisi, emperyalist çağdan beri birçok emekçiyi aldatmaktadır. Bu, sadece (cumhuriyetçiler kadar samimiyetsiz olan) demokrat siyasetçilerin maharetinin ve azınlıktaki dinlerin ruhbanlarının (Katolik, Vaftizci, Müslüman…) yardımının neticesi değil, aynı zamanda sömürülenlerin teşkilatlarının yozlaşmış aygıtlarının işbirliğinin de eseridir. Sendikal bürokrasiler (AFL-CIO, CtW) ile milli veya etnik kökene dayalı hareketler (ki buna BLM dahildir), sosyal demokrasi (Sanders, DSA…), Stalinizmin artıkları (CPUSA, RCP…) ve hatta Troçkizmden gelen gruplar (eski ISO’nun Cliffçileri, Salt’ın Grantistleri, LRP’nin Shachtmanistleri…) inatla iki büyük burjuva partiye bir işçi alternatifi inşa etmeyi reddetmektedirler.

Siyasi fırsatçılık, daima Socialist Alternative’in yaptığı gibi Hawkin’e (Yeşil Parti) rey vermenin veya Sanders, CPUSA ya da RCP yaptıkları gibi Biden’a oy vermenin daha az kötü bir şey olduğunu, onları sollarına kaydırma imkanı olduğunu vs. iddia eden göstermelik bir pragmatizmin arkasına saklanır.

Halbuki, Amerika Birleşik Devletleri’nin tüm tarihi Demokrat Parti ile Cumhuriyetçi Parti’nin burjuvazinin elinde olduğunu göstermektedir.

Amerikalılar uzun bir süreden beri burjuva cumhuriyetin, siyasetin diğerleri gibi bir ticari mesele olduğu kapitalist iş adamlarının cumhuriyeti olduğunu ispat etmişlerdir. (Friedrich Engels, 31 aralık 1892)

“Sağ parti” ile “sol parti” aynı şekilde kapitalist gruplar tarafından finanse edilmektedirler.

Borsadaki şirketler bu sene demokrat adaylara yaptıkları bağışları arttırmışlardır… Yale School of Management tarafından yapılan ankete göre şeflerin dörtte üçü Biden’a rey vereceklerini beyan etmişlerdir. (Financial Times, 27 eylül 2020)

Demokrat ve cumhuriyetçi başkanların parlamento ekseriyetleri kâh beraber, kâh biri diğerinin ardından işçi sınıfına karşı saldırıları yönetmiş ve dünyada müdahalelerde bulunmuşlardır. Bu şartlarda, Amerikan işçi sınıfı için, bu seçimlerin neticeleri büyük bir karmaşa ifade etmektedir, halbuki işçi sınıfıyla tahsillerine devam eden gençlerin bazı bölümleri ırkçılığa karşı, polis şiddetine karşı son derece mücadeleci bir tavır ortaya koymuşlardır. Bu eğilim aynı zamanda en önde gelen sosyalist teşkilatın mensup sayısında artış ve Sanders’ın kampanyasının başarısı ile de kendisini göstermiştir.

Peki bu, bu seçimlerden hiçbir ders çıkarılamayacağı ve her şeyin eskisi gibi devam edeceği manasına mı gelir? Hayır, hiçbir şekilde.

Bu seçimlerdeki zıtlık, baskın sınıfın çok mühim bir meselede bölünmesini göstermektedir: Amerikan emperyalizminin istikbali ne olacaktır? Ya da daha doğrusu: hangi hükumet şekli, hangi siyasi rejim Amerikan emperyalizminin karşı karşıya olduğu sorunlarla başa çıkabilmesi için en uygunudur? Gerçekten de kapitalistlerin tüm temsilcileri arasında dış siyaset alanında dünyanın en önde gelen emperyalizminin ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda etkisinde bir azalma olduğu mevzusunda ve Amerikan emperyalizmine yönelik en büyük tehdidin Çin emperyalizmi olduğu konusunda derin bir hemfikirlik vardır. İç politikaya gelince, sosyal harcamaların kısıtlanması, düzenin muhafaza edilmesi, hatta burjuvazi, şartların ne gerektirdiklerine göre son derece kolay bir şekilde “merkez bankasının bağımsızlığı” ve “bütçe ciddiyetinden” “Keynesçi para ve bütçe uyarımına” geçebildiğinden ekonomik krizdeki kapitalistlere destek olmak için para basılma mevzularında da hemfikirlik mevcuttur.

Fakat siyasi anlamda burjuvazi bölünmektedir. Düşüşe karşı, burjuvazinin Trump ile Cumhuriyetçi Parti tarafından temsil edilen kesimi, İran ile Venezuela’ya, Çin’e ve “geleneksel müttefik” olsalar dahi diğer rakip emperyalizmlere karşı saldırganlığını arttırmıştır. İşsizliğe ve nüfusun bir kısmının fakirleşmesine karşı Trump, popülist, “sistem karşıtı” ve komplocu eksende bir siyasi kuvvetin toplanmasını meydana getirmeye çalışmıştır, ki bu eksen günah keçilerini (göçmenler, yardım alanlar, vs) bazı açılardan Cumhuriyetçi Parti’nin geleneksel söylemlerinden ziyade faşist söyleme daha yakın bir şekilde itham etmektedir.

Bonapartist bir teşebbüsle, Trump kampanyasını basit birkaç slogan üzerine kurmuştur:

  • “Amerika’yı yeniden harika” yapmak ve koronavirüsün bile Amerika Birleşik Devletleri’ne zarar vermek için Çin tarafından icat edilmiş bir unsur olabileceği iddiasıyla Çin’i düşman olarak işaret etmek,
  • Kapitalizmin salgın sırasında hiçbir şey olmamış gibi devam edebilmesi için bu salgının önemini küçümsemek, halbuki öncelikle fakirleri, siyahileri, vs. etkilemektedir.
  • Siyahilerin polis tarafından öldürülmelerinin ardından göstericilere karşı kanun ve düzenin milli muhafızların ve ordunun (ki genelkurmay bunu reddetmiştir) gönderilmesiyle, hatta faşist milislerin müdahalesiyle devlet şiddeti ile yeniden tesis edilmesi.
  • Rakibi Biden’ı toplumu “sosyalizme veya komünizme” götürmekle itham etmek!

Tabii ki Trump, Biden’ı Daniel De Leon (1852-1914), Eugen Debs (1855-1926), James Cannon (1890-1974)… gibi ihtilalcilerle ya da kapitalistlerin, onların varoluşlarını sorgulamadan ayrıcalıklarını sınırlamak isteyen Bernie Sanders gibi bir sosyal demokratla karıştıracak kadar aptal değildir.

Trump, bir teorisyen değildir. Karmaşık bir şekilde diğer emperyalizmler ile karşılaşmanın ülke içinde çok daha otoriter ve merkezi bir rejim gerektirdiğini hissediyordu. Amerikan demokrasisinin kurgularını kafasına takmayan Trump, kaybederse bunun seçimin hileli olmasından kaynaklanmış olacağı ikazında önceden bulunmuştu.

Burjuvazinin Biden ile Demokrat Parti tarafından temsil edilen diğer kanadı, gerek iç gerekse dış siyasette eski yöntemlerin kullanılması taraftarıdır, sükunet, konsensüs, milli birlik, demokratik kurallara uyumun yani kısaca kapitalist sömürü ile işlerin sükunet ve barış içinde devam edebilmesi taraftarıdır.

Sert söylemleri bir kenara bırakma, sıcaklığı düşürme, birbirimize bakma ve birbirimizi yeniden dinleme zamanı gelmiştir. (Joe Biden, 7 kasım 2020)

Neticeler zaferi tartışmasız Biden’a vermiştir, fakat Trump ezilmiş değildir, katılımın büyük oranda arttığı ve her iki adayında oylarını birkaç milyon arttırdığı seçimlerde reyler arasındaki fark 147 milyon seçmen arasında aşağı yukarı 4,5 milyon oydan oluşmaktadır, bu da %3’ün biraz üstünde bir orana tekabül etmektedir. Buna ilaveten Libertaryen Parti’nin kadın adayı (Jorgensen), Trump’ın alabileceği 1,6 milyon reyi almıştır.

2016 senesinde kötü bir şekilde seçilen Trump (Clinton’dan 2 milyon az oy almıştı), 2020 senesinde tabanını sokaklarda genç sosyalistler veya anarşistlere, siyahi militanlara karşı savaşmaya hazır olan bir kesimi de içererek genişletmeye çalışmıştır. Seçmenleri heterojendir: gelir dağılımının her iki ucunda, senede 200000 dolardan fazla kazananlar ile 30000 dolardan az kazananlarda aynı skoru elde etmiştir. Trump, “beyaz” olduklarını beyan eden seçmenlerin %55’inin, “Afrika kökenli” olduklarını beyan eden seçmenlerin %12’sinin ve “Latin Amerika” kökenli olduklarını beyan eden seçmenlerin %32’sinin oylarını almıştır. Zenci ve Latin Amerika kökenli seçmenler, Demokrat aygıtın umduğundan daha bölünmüş bir durumdadır, bunun en önde gelen sebebi de kapitalizm kapsamında yeni yasa dışı göçmenler ile rekabete zorlanıyor olmalarıdır.

Cumhuriyetçi Parti, Senato’da ekseriyeti elinde tutmuş ve Demokrat Parti, temsilciler meclisinde zayıflamıştır. Reylerin sayımı henüz tamamen son bulmuş değildir ve bazı eyaletlerde Trump neticelere karşı çıkmıştır, fakat Biden (Cumhuriyetçi Parti’nin baskın olduğu) kırsal kesimi (Demokrat Parti’ye daha yatkın olan) metropollerin aleyhine öne çıkaran arkaik sisteme rağmen zaten zaferini garantileyen 279 seçici seçmen oyunun çoğunluğunu almıştır. New York bölgesinde Biden %85’lik bir skora imza atmıştır, San Francisco’da bu %86, Vaşington’da ise %93 olmuştur…

Her ne kadar Trump neticeleri kabul etmeyi reddetse de, işçi sınıfının doğrudan müdahalesine yol açabilecek (olası bir darbe durumunda birkaç sendikadan gelen genel grev çağrıları olmuştur…) ve baskın ideolojiyi (Anayasaya saygı, yöneticilerin seçim yoluyla göreve gelmeleri, ilan edilmiş ırkçılık karşıtlığı…) istikrarsızlığa itebilecek bir darbe yapmak için gerekli siyasi araçlara sahip değildir, çünkü istihbarat servisleri ile genelkurmay bu konuda isteksizdirler. Dolayısıyla Trump artık Cumhuriyetçi Parti’nin yöneticileri ve ona meyilli olan kitle medyaları tarafından terk edilmiştir. Polis şiddetine karşı yapılan kuvvetli seferberliklerin ardından burjuvazinin ekseriyeti hiçbir şekilde maceraya atılmak istememekte ve baskınlığına ekran görevi gören sandıklara ve kurumlara saygının arkasında yer almaktadır.

Peki bu, Trump’ın sadece artık kapanmış olan bir parantez olduğu ve işlerin artık alışılageldik yoluna gireceği anlamına mı gelmektedir? Bu hiç de muhakkak değildir.

Çünkü Amerikan emperyalizminin karşılaştığı tüm sorunlar hâlâ günceldir:

2020 senesi için öngörülen GSMH değişimi Amerika Birleşik Devletleri için -%4,9 değerindedir, Çin ise bu değer +%2’dir. Büyüme geçen senenin denk gelen üç ayı ile karşılaştırıldığında, 2020 senesinin üçüncü çeyreği Amerika Birleşik Devletleri için -%2,9, Çin için ise +%4,9 değerine ulaşmaktadır.

Buna ilaveten, salgın Çin’de kontrol altındayken, Amerika Birleşik Devletleri’nde son sürat yayılmaktadır ve büyük yıkımlara sebep olmaktadır. Ekonomi alanında olduğu gibi, bu alanda da Çin burjuvazisi, Stalinist rejimden gelen ve artık kendi emellerine ulaşmak için kullandığı otoriter ve antidemokratik siyasi rejimi bu konuda da sonuna dek kullanmaktadır, aynı zamanda ise Amerika toplumu demokratik iddialarından dolayı maske takmak mevzusu da dahil olmak üzere kendi kendisini parçalıyor gibi görünmektedir.

Tabii ki Amerikan emperyalizmi en kuvvetli emperyalizm olmaya devam etmektedir, senelik GSMH değeri 21500 milyar dolardır, Çin emperyalizmi içinse bu 15000 milyar dolar civarındadır, Amerika’nın büyük şirketleri neredeyse her dalda daha güçlü durumdadır, kültürü bütün dünyayı etkisi altına almıştır, askeri üstünlüğü tartışmasızdır. Fakat Çin ekonomisinin de avantajları yok değildir: iş gücü ve iç piyasası devasa boyutlardadır (1,415 milyar kişi, Amerika Birleşik Devletleri nüfusu ise 331,5 milyondur), altyapıları ve şirketlerinin teçhizatları yenidir, ezilen ülkelerde hâlâ daha iyi bir imajı vardır… Çin kapitalizmi beynelmilel genişlemeye mecburdur, bunda rekabet sebepleri (pazar ve kaynakları teminat altına almak, kendi firmalarına küresel bir boyut kazandırmak…) ve sosyal barışı korumak ihtiyaçları rol oynamaktadır. Çin burjuvazisi her yerde eski emperyalist kuvvetlerin, bilhassa Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri konumlarıyla karşı karşıya gelmektedir.

Biden-Harris hükumeti, Trump’dan farklı olarak, Rusya’yı etkisiz kılmaya ve Çin’i geriletmek için aralarındaki ticari anlaşmazlıklara rağmen Amerikan emperyalizminin arkasında Fransa, Almanya… gibi diğer emperyalizmleri toplamaya çalışacaktır. İklim konusunda Paris anlaşmasına tekrar katılarak Biden her şeyden evvel “çevreyi kirleten” ülkelere karşı, ki bunların en önde geleni Çin’dir, gümrük engelleri koymak istemektedir. Ancak sorunlar bununla bitmemektedir. Salgının etkileriyle güçlenen ticaret savaşlarının devamı ne Amerika Birleşik Devletleri’ne, ne de diğer emperyalizmlerin işine yarayacaktır, aksine gelecek küresel kapitalist krizleri hazırlayacaktır. Buna ilaveten Biden’ın ortaya koymak istediği milli barış ve sükunet siyaseti sadece sakin zamanlarda, büyüme kuvvetli ve devamlı olduğu zamanlarda, emperyalizmin sosyal sulhu satın alabilmek için işçi sınıfının hatırı sayılır bir kısmına kafi derecede kırıntı dağıtabileceği zamanlarda uygulanabilir.

Fakat tüm küresel durum aksi istikamette ilerlemektedir. “Popülizm”, bonapartist hatta faşist meyiller, Amerika Birleşik Devletleri’nde Trump’ın seçim mağlubiyeti ile sona erecek değillerdir. Amerikan işçi sınıfı kendi siyasi temsilcilerine, burjuvaziden bağımsız bir şekilde bu sınıfı toplayacak bir işçi partisine sahip olmadığı sürece, burjuva partilerin birinden diğerine salınımda olmaya mecbur kalacaktır.

Hakiki bir işçi partisi sadece enternasyonalist ve ve ihtilalci olabilir. Başlangıç olarak, Marksist bir program temelinde bilinçli emekçileri tüm ülke çapında diğer ülkelerdeki kardeşleriyle ilişkili olarak toplamak lazımdır. Öncülerin vazgeçilmez vazifelerinden biri, sendikaları ve ezilenlerin teşkilatlarını Demokrat Parti ile ilişkilerini koparmaya çağırmaktır. Sendikalarda ve sendikalar tarafından kurulmuş olası bir partide, şirketlerde, idari yönetimlerde, mahallelerde ve üniversitelerde, komünist teşkilat şu noktalar için mücadele edecektir:

  • Herkes için patronların finanse ettiği kaliteli ve bedava bir sağlık sistemi kurulsun, emekçilerin hayatları için gerekli olan tüm tahliller, muayeneler ve insülinden kanser ilaçlarına kadar tedaviler ücretsiz olmalıdır,
  • Aşılar, ilaçlar ve tıbbi teçhizatlar üzerindeki patentler iptal edilsin, bu sektörlerin kapitalist grupları, özel klinikler, özel sağlık sigorta şirketleri kamulaştırılsın,
  • büyük şirketlerin sahip oldukları gayrimenkullere el konulsun ve bunlar emekçilerin hizmetine verilsin, herkes için kaliteli ve ucuz konut teminatı olsun.
  • Maaşlar arttırılsın, emekli maaşları yeterli bir düzeye getirilsin ve patronlar tarafından ödensin, insanca işsizlik maaşları patronlar tarafından ödensin,
  • Mülteciler, ekonomik göçmenler ve öğrenciler kabul edilsin, tüm emekçiler eşit haklara sahip olsun,
  • Üniversiteler de dahil olmak üzere her kademede laik, bedava, kaliteli ve kamusal öğrenim sağlansın, bankalardan tahsil amaçlı çekilen tüm kredilerin geri ödenmesi iptal edilsin,
  • Tüm dinler, tarikatlar, şirketler, ordu ve bilimle alakası olmayan tüm menfaat odakları eğitim kurumlarından dışarı,
  • Özelleştirilmiş tüm hizmetlerde kamu yönetimine geri dönülsün: (Obama tarafından yaygınlaştırılan) charter school’lar, hapishaneler, sosyal hizmetler, huzur evleri, kamu hastaneleri…
  • Kürtaj hakkı teminat altına alınsın,
  • Çevre korunsun,
  • Askerileşmiş polisler ile ırkçı ve faşist özel milisler lağvedilsin ve silahsızlandırılsın, bu ırkçı şiddete son vermenin tek yöntemidir, askeri müdahaleler son bulsun,
  • Yüksek Mahkeme lağvedilsin…

Bu talepler sadece maaşlı çalışanlarla ezilenlerin polise karşı öz müdafaası ile, işçi hükumeti kurulmasıyla, burjuva devletin lağvedilmesiyle, kapitalist grupların mülklerine el konulmasıyla, küresel sosyalizm perspektifinde karşılanabilir.

8 kasım 2020