Marksist Enternasyonalist Grubun Platformu

      Yorum yok Marksist Enternasyonalist Grubun Platformu

Nisan 2013 konferansında, CCI(T) ve GB mensupları, bir sene süren ve aşağıdaki unsurları kapsayan yakınlaşma ve Fransa’da ortak çalışma sürecinin sonunda
– protokol (Nisan 2012), ortak toplantı (2012), geçici ortak yönetimin aylık toplantıları, ortak bir dahili bültenin yayını, CPFC ve RS bültenlerinde ortak makaleler
– “sosyal doruk” hakkında görüşler (Ocak 2012), cumhurbaşkanlığı seçimleri (Mayıs 2012), milletvekili seçimleri (Mayıs 2012), otomobil sanayisi (Eylül 2012), “sosyal pakt” (Kasım 2012), çelik sanayisi (Aralık 2012), göçmenler (Aralık 2012), eşcinsel evlilik (Aralık 2012, Ocak 2013), ekonomik esneklik anlaşması (Ocak 2013), ilk ve orta öğretim (Ocak 2013), yüksek öğretim ve araştırma (Şubat 2013) konularında görüşler,
ve uluslararası olarak Sürekli Devrim kolektifi ile:

  • Batı Arap ülkelerinde devrim (Nisan 2012, Şubat 2013),
  • Güney Afrika’daki grevler (Ağustos 2012),
  • Venezuela’daki seçimler (Ekim 2012),
  • Gazze şeridine İsrail’in müdahalesi (Kasım 2012),
  • Emperyalizmimizin (Fransa) Mali’ye müdahalesi (Ocak 2013),

konularındaki görüşlerin ardından aşağıdaki temeller doğrultusunda Marksist Enternasyonalist Grubun (Groupe Marxiste Internationaliste, GMI) kurulmasına karar vermiştir:

Amacımız Komünizmdir

Amacımız komünizm, yani insanlığın geleceğini garantilemek için çevre sorunlarını dikkate alan, üretiminin ve sosyal yaşamın idaresinin tüm insanlar tarafından yapıldığı, bilim ve teknik sayesinde yüksek seviyede üretici güçlere olanak veren, sosyal sınıfsız ve eşitsizliğin olmadığı, devletsiz ve sınırsız üretim yöntemidir. Maddi bolluk, olanakları düzeyinde herkesin üretime katılması, kişisel ve kolektif yaşam için kazanılan zaman ve bilinçli planlama gerçek eşitliğin ve insanların kendilerini geliştirmelerinin şartlarıdır.

Kapitalizm, komünizmin temellerini atmıştır

Kapitalizm, kendisinin komünist üretim yönünde aşılmasının şartlarını yaratmış olan bir üretim biçimidir. İlk olarak çağdaş sanayi ve bilimin üretime uygulanması, birbirinden kopmuş olan tüm toplumların dünya pazarı ile buluşmaları, taşıma ve iletişim koşullarının gelişmesi ve göç vasıtasıyla buluşmalar yoluyla, ikinci olarak kapitalizm öncesi toplumsal ilişkilerin yok edilmesi, farkında olmadan ataerkilliğin baltalanması, kapitalizmdeki fetişizm ve tüm sosyal sınıfların kendilerine yabancılaşmasına rağmen, burjuvazinin diğer sınıflar ve özellikle proletaryanın üzerindeki ekonomik, siyasal ve ideolojik hakimiyetine rağmen potansiyel olarak devrimci bir küresel sosyal sınıfın ortaya çıkması yoluyla.
Ancak kapitalizm, ilerici zamanında bile, öne çıkan burjuvazinin eski hakim sosyal sınıflar, din ve krallıklar ile çatıştığı zamanda bile, sınıflı, sömürüye, dünyanın yağma edilmesine, üreticilerin fakirleşmesine, azınlık halkların ve yenilen ulusların ezilmesine, gençlerin ve kadınların boyun eğmesine dayanan bir toplumdur.

Kapitalist üretim sistemi ile yeni tür ekonomik krizler ortaya çıkar ki bu krizler (kullanım değerlerinin) gereğinden az üretimine değil, (alışveriş değerlerinin) gereğinden fazla üretimine dayanır. Kriz faktörleri, istifleme, değişik ürünler arasındaki orantısızlık, alım gücü yeterli tüketicilerin eksikliği, spekülasyon, aşırı sermaye birikimi ve sermayenin organik bileşimindeki artıştır. Bazı ekonomik krizler bir ya da birkaç ülke ile sınırlı kalsalar bile en büyük ekonomik krizler küresel boyutlara ulaşırlar. Krizi ortaya çıkaran doğrudan neden değişkendir fakat sermayenin birikimi ve kâr oranı bu krizlerin patlak vermelerinde ve durulmalarında merkezi bir rol oynar.

Emperyalist aşamadaki kapitalizmin çıkmazı

Bir asırdan beri, Luxemburg (1911), Buharin (1915), Lenin (1916) tarafından irdelendiği gibi kapitalist üretim yönteminin ilerici rolü sona ermiştir. Kapitalizm öncesinin üretim yöntemleri tüm dünyada parçalanmıştır. Arkaik sömürü, dağıtım ve sahiplenme formları hiçbir şekilde yok olmadılarsa bile tutarlılıklarını kaybetmişlerdir çünkü tüm sosyal oluşumlar artık kapitalist üretim ilişkilerinin hakimiyeti altındadırlar.

Artık şirketler o denli büyük bir boyuta ulaşırlar ki bu onların burjuva devletleri ile çok sıkı ilişkiler içinde olmalarına ve aralarında anlaşıp piyasaları paylaşmalarına olanak verir. Bu şirketler birçok ülkenin çalışanlarını sömürdükleri için ve ülkelerinin dışına hâttâ kıtalarının dışına satış yaptıkları için “uluslararası” şirketler olarak da anılırlar (Paris borsasındaki CAC 40 tarafından simgelenen Fransız burjuvazisinin hegemonyacı fraksiyonu bunun bir misalidir). Büyük kapitalist şirketler, kökleri sanayi ya da ticaret olsa da giderek finansal bir boyut alırlar (hisse senetli ya da borsada listeli firmalar, ticaret gruplarının oluşumu ve şirketlerin grup olarak yönetimi, sanayi gruplarının içinde banka ya da kredi iştirakleri vs.). Kapitalizm emperyalist aşamaya geldiğinde parazit ve mirasçı özellikler gösterir.

Kapitalizmin yozlaşması üretici güçler ve kapitalist üretim ilişkileri arasındaki büyüyen çelişkiye dayanır. İşçi bürokrasilerinin ihanetleri sayesinde hayatta kalan kapitalizm, ekonominin uluslararası hâle gelmesine ve sosyalleşmesine olan eğilimini sürdürmektedir: ekonomik faaliyetlerin büyük çoğunluğunun devasa kapitalist grupların hakimiyeti altına alınması, üretim gücünün eğitiminin ve yenilenmesinin devlet tarafından (ya da kendi kontrolü altındaki sosyal güvenlik kurumları tarafından) yapılması, devletler arası bölgesel anlaşmalar (AB, ALENA, MERCOSUR, ASEAN…), küresel amaçlı devletler arası teşkilatların oluşturulması (IMF, BM, DTÖ, BRI…) buna örnektir.

Dekadan kapitalizm üretici güçlerin gelişmesine mani olmaktadır

Emperyalist çağın kapitalizmi gerici özelliklerini burjuvazinin siyasi ve ideolojik gerilemesinde gösterir: burjuvazi Almanya, İtalya ve Amerika Birleşik Devletlerini birleştirmişken ulusal devletlerin sayılarının artması, dine karşı ve bilim için mücadele etmişken dine dönüş ve gericilik, mutlak monarşiye karşı halkın hükûmeti için savaşmışken demokratik özgürlüklerin kısıtlanması buna örnektir.

Dekadan kapitalizm, ulusal devletlerin korunması (yirminci yüzyılın sonunda sınırların arttığı, ufalanmış bir kıta olan Avrupa’da bilhassa gerici bir faktördür bu), emperyalist düzeni koruma operasyonları (Birleşmiş Milletlerin onayı olsa da olmasa da ve çoğu kez Fransız ordusunun katılımıyla) ve artık aralarında Çin ve Rusya’nın da yer aldığı emperyalist güçlerin Afrika’da, Avrupa’da (Yugoslavya’nın dağılması) ve Orta Doğuda en barbar “etnik” ya da “dini” savaşlara yol açan rekabetiyle üretici güçlerin gelişmesine onları kârın esiri yaparak engel oluyor. Kapitalizmin hayatta kalması toplumun önemli bir bölümünü devre dışı bırakmayla, reklamlarla, gözetleme, baskı ve hapis sistemlerinin aşırı büyümesiyle, militarizmle, savaşlarla, ekonomik krizlerle, çevre kirliliğiyle, küresel ısınmayla, çölleşmeyle ve biyoçeşitliliğin azalmasıyla üretici güçlerin ziyanına yol açar.

Üretici güçlerin periyodik olarak yok olması, sermayenin birikmesi süreçlerinin koşuludur

Kapitalizmin ilerici döneminden de fazla olarak ekonomik krizler ve hakim burjuvazilerin savaşları küresel bir boyut almaya eğimlidir. Ancak kapitalist üretim yöntemi ne hiçbir ülkenin gelişemeyeceği, ne de ekonomik büyümenin imkânsız olduğu anlamına gelmez. Şekli ne olursa olsun sermayenin (para sermaye, sabit sermaye, değişen sermaye, sermaye malları) yok olması yoluyla ekonomik krizler (1873, 1929, 1973, 2008…) ve emperyalist savaşlar (1914, 1939…) dünyanın en büyük burjuvaziler arasında paylaşılmasına ve ekonomik büyüme koşullarının oluşmasına olanak verir. Devrilmediği sürece, insanlık kapitalizmin hayatta kalmasına git gide daha büyük bir bedel ödeyecektir.

1929 krizi, salt proletaryanın yenilgileri (Çin, SSCB, Almanya ve İspanya’da), silahlanma ekonomisiyle Hitler Almanya’sının, Hirohito Japonya’sının ve Roosevelt’in başkanlık yaptığı Amerika Birleşik Devletlerinin savaş hazırlıkları, Avrupa ve Asya’da savaşın yol açtığı devasa yıkım, bunun ardından savaş sonrasında gene silahlanma ekonomisiyle Amerika Birleşik Devletlerinin İşçi Devletine karşı “soğuk savaşı” ve Asya ve Latin Amerika’daki devrimler vasıtasıyla aşılabilmiştir.

Savaş sonrası Amerikan hegemonyasında birikim dönemi ve Amerika’nın Kremlin bürokrasisinin yardımıyla batı Avrupa ile Japonya kapitalizmini kurtarması, emperyalist merkezlerde işçi sınıfının refahının artmasına izin vermiştir çünkü bu nispi artı değere (artan iş gücü verimliliği) ve ezilen
ülkelerin sömürülmesine dayalıdır. Bu kazanımlar, emperyalist burjuvazi tarafından yozlaştırılan parti ve sendikaların reformizmini meşrulaştırmak için kullanılmıştır (“Amerikan rüyası” ya da daha basit olarak dağıtılabilecek küçük avantajlar olarak).

Ancak devrimin önüne geçmek ve sömürünün devamını sağlamak için emperyalist ülkelerin proletaryalarına verilen tavizler, proletaryasının kahramanlığı sayesinde SSCB’nin hayatta kalması, Orta Avrupa, Çin, Vietnam ve Küba’da sermayenin kamulaştırılması, Alman ve Japon emperyalizminin yeniden doğuşu, dolara dayalı uluslararası para sisteminin çöküşü, devasa sermaye birikimi ve kâr oranının düşüşü 1973 senesinde küresel ekonomik krize yol açmıştır. Bu kriz, emperyalist ülkelerde işçi sınıfına başarılı saldırılar yoluyla (mesela Fransa’da kâr oranını 1982’den sonra Sosyalist ve Komünist partiyi içeren Sol Birliği hükûmeti yeniden arttırmıştır) ve yozlaşmış işçi devletlerinin üreticilerinin büyük mağlubiyeti (Amerikan emperyalizminin önderliğinde küresel burjuvazinin baskısı altında 1989’da Doğu Almanya’da, 1991’de Rusya’da ve 1992’de Çin’de kapitalizmin yeniden kurulması) sebebiyle aşılabilmiştir.

2008 senesinin krizi ise Japonya, Batı Avrupa ve Amerikan proletaryalarına kabul ettirilen yeni geriye dönüşler, kamu hizmetlerinin parçalanması, dolaylı ve hâttâ doğrudan maaşların azaltılması ve daha önce liberalizm adına özelleştirmeleri savunan burjuva hükûmetlerin (ve merkez bankalarının) tek tek her ülkede finans ve otomotiv gruplarını kurtarması ile aşılabilmiştir.

2010 yılından itibaren GSYİH tekrar yükselmeye başladıysa ve kamu müdahalesi finansal sistemin çöküşünü engelleyip küresel küçülmeyi sınırlayabildiyse bile, kâr oranının tekrar artması için gerekli oranda sermaye yok olmamıştır. Bununla beraber, finansal sektörün etkisi ve parazitlik kontrol altına alınmadığı gibi tam tersine hükûmetlerin bankalara açtığı krediler ve merkez bankalarının “akomodatif” para politikaları nedeniyle son derece artmıştır, ki bu bir sonraki krizde rol oynayacaktır. Daha şimdiden bütçe açıkları ve kamu borçları, kısmi birleşme anlaşmalarının çelişkileri (ortak pazar, avro, Avrupa istikrar mekanizması) ve özellikle Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık gibi eski ulus devletlerinin arasındaki rekabet (vergi ve diploması rekabetleri, bağımsız hâttâ birbirine karşı askeri müdahaleler) nedeniyle emperyalist güçlerin zayıf halkası olan Avrupa Birliğinin sendelemesine yol açmaktadır.

Proleterlerin vatanseverliğe boyun eğmesi aşırı sömürülmelerine ve savaşa kurban gitmelerine yol açar

İşçi sınıfının güncel yönetimlerinin tümünün ortak özellikleri, yaranmak istedikleri burjuva fraksiyonları hakkında anlaşmazlığa düşmek pahasına da olsa sömürülenleri, sömürenlerin istismarına tâbi tutmak istemektir. Fransa’da tüm reformcular “vatandaşlığı” (yani sınıfların işbirliğini), “ulusu” (yani kendi burjuvazilerini) ve “cumhuriyeti” (yani burjuva devleti) savunsalar da, Sosyalist parti Fransız sermayesinin en küreselleşmiş ve Avrupalılaşmış kısmını, Fransız Komünist Partisi ve Sol Parti ise daha az yoğunlaşmış ve daha millî sermayeyi savunurlar.

Bu durumda proletarya ne millî burjuvazinin değişik fraksiyonları arasında, ne değişik millî burjuvaziler arasında, ne de “Keynesçilik” veya “neo-liberalizm” arasında bir seçim yapacak değildir. Burjuva devletin şekil değiştirmesi (Fransa’da “VI. Cumhuriyet” ya da Venezuela’da “bolivarizm”), kapitalizm dahilinde hiçbir “ekonomik politika”, gerek kemer sıkma olsun, gerek enflasyonla ekonomiyi tekrar canlandırmaya çalışmak olsun, çalışanların refahını arttırmaz.

Üretenlerin sömürenlerine boyun eğmesi, “vergi dampingi”, “para savaşları”, göçe getirilen kısıtlamalar, sonu olmayan daha rekabetçi olma yarışı ya da gerici korumacılık (kâh Sosyalist partinin savunduğu gibi kıtasal ölçekte, kâh Komünist ve Sol partilerin savunduğu gibi ulusal ölçekte) gibi unsurlarla diğer firmalar ve ülkelerle rekabeti kabul etmesi kapitalizmi tekrar gençleştiremez ve ekonomik krizleri engelleyemez. Her “göç politikası”, her “ekonomik politika” çalışanları böler ve onlardan yeni tavizler gerektirir. “Ekonomik savaş”, basbayağı savaşın başlangıcından başka bir şey değildir.

Tek devrimci sınıf işçi sınıfıdır

İnsanlığın bilinçli olarak müdahalesi olmadığı sürece kapitalizmi yıkacak son kriz diye bir şey yoktur. Sadece sosyalist devrim emperyalizmin sonunu getirebilir.

İşçi sınıfı kapitalist üretme biçiminin ürünüdür. Fırsatçılıklarını savunmak için reformcu partilerin dediklerinin aksine, işçi sınıfının boyutu küçülmemiştir. İşçi sınıfı sadece fabrika işçilerinden oluşmaz: çalışma güçleri sermaye tarafından satın alınan tüm maaşlı çalışanları kapsar, ki bu işin sonucu (somut olsun ya da olmasın), gerektirdiği eğitim ve sermayenin uzmanlaşma alanından (sanayi, ticaret, finans) bağımsızdır. Küresel bağlamda sermayenin birikimiyle işçi sınıfı büyümektedir; bu büyüme aynı zamanda sermayenin organik bileşimindeki artış nedeniyle sayısı küçümsenemeyecek işsizlik yaratır ve sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi sebebiyle kapitalist şirketlerde ve devlet dairelerinde proleterlerin hiyerarşik yönetimi için yeni bir (maaşlı) küçük burjuvazi geliştirir.

Henüz 1838’de Büyük Britanya’da şartist hareketin ve sonrasında 1848 devriminin, ardından Fransa’da 1871 yılındaki Paris Komününün gösterdiği ve 1917 yılında Ekim 1917 devriminin teyit ettiği gibi kapitalist üretim biçiminin tek mezarını kazabilecek tek sınıf işçi sınıfıdır. Gerçekten de burjuvazi daha 1848’de Almanya’da demokratik devrimden vazgeçmiş, 1865’de Amerika Birleşik Devletlerinin güneyinde siyahları azat etmeyi becerememiş ve 1905 senesinde Rus devriminde tamamen başarısız olmuştu. Buna ek olarak kapitalizm düşüşe geçtiğinde burjuvazi tamamen gerici olmaktadır.

Bundan böyle tek devrimci sınıf köylüler, öğrenciler ya da yürütücü kadrolar değil işçi sınıfıdır. Proletarya, ulusal devletlerin üretici güçlerin gelişmesine artık git gide engel olduğu bir bağlamda hakikaten küresel olan tek sosyal sınıftır. Kendisini sömüren sermayeye karşı duruşu, devasa kapitalist gruplarda yoğunlaşması, üretimdeki merkezi konumu ve sayısı sayesinde kapitalizmi devirip yerine sosyalizmi kurabilme kapasitesi olan tek sınıftır. Diğer sosyal sınıflar ve katmanlar kalıcı olarak bağımsız bir rol oynayamazlar ve işin sonunda çağdaş sosyal oluşumların iki temel sınıflardan birine katılmak zorundadırlar: ya burjuvaziye, ya da proletaryaya. Bu nedenle devrimci parti kapitalizm karşıtı, ekoloji, feminizm karışımı bir “mücadeleler partisi” değildir…

Stratejimiz sürekli devrimdir

1928’de Troçki tarafından irdelenen Sürekli devrim emperyalist aşamaya denk gelen stratejidir. Küresel sınıf mücadelesini temel alır. “Emperyalizm karşıtı birleşik cepheyi” terk eder çünkü demokratik devrimin yer almadığı ülkelerde bile devrimin alın teri döken köylüler ve kentlerdeki öğrenciler ile ittifak içindeki işçi sınıfı tarafından yönetilmesi gerektiği sonucuna varmıştır. Gerek en dinci fraksiyonu olsun, gerek sözde demokratik kesimi, hiçbir şekilde arkasını millî burjuvaziye dayayamaz. Bunun sonucu olarak Güney Afrika’daki ANC (Afrika Ulusal Konseyi) gibi partilere seçim desteği vermek söz konusu olamaz.

Geri kalmış ülkelerde demokratik görevlerin yerine getirilmesi için kendini bu demokratik görevlerle sınırlamayacak ve özel mülkiyete son vermeye başlayacak sosyalist yöne dönük bir işçi yönetimine ihtiyaç vardır. Bundan ziyade, bazı demokratik görevler burjuvazi tarafından yerine getirilmediyse bile ya da faşizm veya askeri diktatörlük tarafından geri alınmışa bile emperyalist ülkelerde burjuvazi ile ittifak söz konusu olamaz.

Tüm örgütlenme, seçme seçilme ve demokratik haklarından yoksun bırakılmış yığınlar diktatörlüğü alaşağı edip yerine ne koyacaklarını aradıkları sırada Kurucu Meclis sloganı tabii ki geniş bir yankı bulabilir. Ancak burjuva ve küçük burjuva fraksiyonlarıyla parçalanmış burjuva devletini tekrar kurmak isteyen devrim karşıtı teşkilatların başlattığı Kurucu Meclis hareketi, devrimci parti tarafından sadece taktik olarak ve açık bir şekilde işçi şuraları, iktidarı ele geçirme ve işçi hükûmeti çizgisini savunmak için kullanılabilir. Aksi takdirde, Kurucu Meclis kaçınılmaz olarak 1944’de İtalya ve Fransa’da, 2011’de Tunus’ta ve 2012’de Libya’da olduğu gibi sovyetlerin ortaya çıkmasını engelleyecek ve burjuva devleti tekrar kuracak bir alete dönüşür.

Özetlememiz gerekirse, programımız proletaryanın diktatörlüğüdür.

Her fani talep aynı sonuca varır: iktidarın fethi

Sosyal-vatanseverler (Fransa’da Sosyalist Parti, Sol Parti ve Komünist Parti, FO, CGT, UNSA, FSU sendikalarının yönetimleri…) “millî çıkarları” savunarak ve devleti sınıflar üstü bir hakem gibi göstererek proletaryayı kapitalist grupların yeniden yapılanmalarına (ki bunun sadece borsayla ilişkili olduğunu söylemek yanlıştır) karşı silahsız bırakmaktadırlar ve bu işçileri kaçınılmaz olarak esneklik ya da işten çıkarılmayı görüşmek zorunda bırakmaktadır.

Komünizm için mücadele günlük mücadeleleri sosyalist devrime bağlayan geçici taleplerde bulunmayı gerektirir. Bu sloganlar üretim üzerinde işçi kontrolünü, tazminat veya itfa olmadan büyük kapitalist grupların kamulaştırılmasını ve işçi hükûmetini öne çıkarmalıdır. Bizim perspektifimizde, istihdam, sağlık ve eğitim için ve burjuva devletiyle ona bağlı olan faşist grupların baskısına karşı mücadele, çalışanların ve gençlerin iş, eğitim ve yaşam alanlarında öz örgütlenmelerine dayalıdır. Sovyetler ya da şuralar proletaryanın devrimci metotlarını kullanacaklardır: devrimci işçi partisinin yönetimi altında çalışanların iktidarını sağlamak için genel grev, grev pikeleri, üretim ve dağıtım üzerinde işçi ve halk kontrolü, devrim karşıtlarının silahsızlandırılması, büyük gösteriler ve ayaklanma…

Ancak demokratik sloganlar ve hâttâ geçici talepler, Fransa’da LO, NPA ve POI partilerinin açıkça yaptığı gibi kapitalizm içinde mümkün olarak gösterilirse bu reformcu bir yalan olur.

Sürekli devrim stratejisinin devamı olarak komünistler tüm burjuva hükûmetlere karşı çıkarlar, bu hükûmetler sadece işçi-burjuva partilerden oluşsa bile. Aynı şekilde sınıf işbirliğine ve bilhassa ismi ne olursa olsun daima işçi partilerin burjuvazi ile oluşturduğu bir blok olan ve burjuva devleti ve sömürü ilişkilerini temel alan halk cephesi şeklinde işbirliğine karşı çıkarlar. Biz, sınıf işbirliğine ve burjuva devlete karşı proletaryanın diktatörlüğünün daha tanınmış ismi olarak işçi hükûmeti perspektifini savunuruz.

Fransa’da OCI ve PCI, programı, Lambert tarafından siyasi partilerden bağımsızlık olarak değiştirilen “sendikaların bağımsızlığı” adına, Lambert tarafından stratejiye dönüştürülen “birleşik cephe” adına ve yine Lambert tarafından işçi-burjuva partilerin iktidarı olarak değiştirilen “işçi iktidarı” adına revize etmiştir.

İşçi hükûmeti hiçbir şekilde burjuva devletin başında olan sosyal-hainlerin hükûmeti değildir. Birleşik işçi cephesi taktiği ve işçi-burjuva partilere yöneltilen “burjuvaziyle ilişkinizi kesin, iktidarı fethedin” sloganı parlamenter değildir ve burjuva meclisindeki bir çoğunluğa dayanmaz. Birleşik cephe, başlangıçta savunma amaçlı olsa da ya da temel ekonomik ve demokratik talepleri kapsasa da, kapitalistlerle onların devleti ve silahlı gruplarına karşı mücadele için çalışanların kitle örgütlerine yöneliktir. Birleşik cephe olarak yapılan sınıf mücadelesi pratikte devrimci mücadele ve bunu sonuna kadar taşıyamayan bürokrasilerin zayıflaması sonucunu verir. Dolayısıyla birleşik cephenin en yüksek şekli sovyet, konsey ya da şuradır.

Bu taktik daima devrimci işçi partisinin yönetimi altında mevcut sosyal düzenin şiddetle yıkılmasını gerektiren sosyalist devrime tâbidir.

Burjuva devletinin yıkılması için, proletaryanın diktatörlüğü için

Kapitalizmin çöktüğü ve burjuva devletin baskı sisteminin çok büyüdüğü zamanda sosyalizme geçiş sadece proletaryanın iktidarı ele geçirmesiyle, halkın silahlanmasıyla, ayaklanmayla ve burjuva devletin yıkımıyla mümkündür.

Seçimler burjuvaziyi bozguna uğratamaz. Çalışanlar burjuva devlete güvenemezler (ki bu Sosyalist Parti, Sol Parti ve Komünist Partinin yanıltıcı stratejisidir), durumlarını iyileştirmek için kapitalist üretim biçiminde sömürülürken burjuvaziyi korkutmakla yetinemezler (önceki reformculuğun bir değişkesi ve NPA ve LO’nun hayali stratejisidir bu). İktidarı burjuvazinin elinden söküp almaları gerekmektedir (Komünist Enternasyonalin ve 4. Enternasyonalin stratejisi). Burjuvazi, devletine sahip olduğu sürece baskı yapma ve komplo kurma özgürlüğünü korur, sosyal kazanımların kapsamını sınırlar ve ilk fırsatta onları teker teker kaldırır. Buna ilâve olarak eğer kendisini tehdit altında hissederse Fransa’da 1940 ve 1958’de olduğu gibi darbeleri ve hâttâ faşizmi kullanabilir.

Dolayısıyla proletarya ırkçı ve faşistlere karşı burjuva devletin yardımını isteyemez. Dekadan kapitalizm kapsamında burjuva devletin baskıcı apareyine güvenmek devrimci programı revize etmek ve bu baskıyla karşı karşıya gelen ve durumunu iyileştirmek istedikçe daha da karşı karşıya gelecek olan proletaryaya ihanet etmek anlamına gelir. Ama LO 2001’de sağ RPR (güncel ismi UMP’dir) partisinin ve aşırı sağ FN partisinin yönettiği, Komünist ve Sosyalist Partilerin hükûmetine karşı olan polis ve jandarma hareketini desteklemiştir. Bunun ardından 2005 ve 2008’de LO “halka yakın polisin” sayısının arttırılması çağrısında bulunmuştur.

Mahkemeler, çeşitli polisler, jandarma, ordu ve gizli servisler kapitalist sömürü ilişkilerinin devamını garanti eder, neredeyse her gün grevlere, gençlerin ve çalışanların gösterilerine (GIGN ve GIPN adlı özel jandarma ve polis güçleri resmî olarak organize suça karşı kurulmuş olsalar da postacı ve balıkçıların grevlerine karşı kullanılmışlardır), güncel sınırlarda ezilen halklara (1985 yılında Mitterand’ın emri üzerine GIGN, kanak militanları öldürmüştür), ezilen ülkelere ve organize işçi avangartına karşı kullanılır.

Aslında işçi sınıfı ve müttefiklerinin gücü ırkçıları susturmaya ve faşizmi daha işin başında iş yerlerinde ve sokaklarda ezmeye kâfidir. Yığınların kendilerini korumak ve burjuva devleti yıkacak ayaklanmanın zaferi için ihtiyaç duyduğu şey grev pikeleri, işçi milisleri ve kızıl muhafızlardır.

5. Cumhuriyete karşı burjuva bir 6. Cumhuriyeti değil, 1871 yılının Paris Komününü ve 1917 senesinin sovyetler kongresini model alan işçi ve sosyalist bir Cumhuriyeti savunuruz. İktidarın fethi her seçilen temsilcinin kalifiye bir işçiden daha fazla kazanmadığı ucuz bir devlet kurar. Konseylerin iktidarı her temsilcinin her an görevden alınabileceği büyük çoğunluğun iktidarıdır. Böylece işçi devleti ölmeye başlayan bir devlet olacaktır. Ekonomiyi konseyler yönetirse ve proletaryanın devrimi dünyanın tümüne yayılırsa, proletaryanın diktatörlüğü sosyalist-komünist üretim biçimi içinde erir.

“Reformcular” tarafından bölünen işçi hareketi

Alt ve sömürülen bir sınıf olan proletaryanın tarihi vazifesini yerine getirmek için siyasi partisi olmalıdır. Komünist liginin (1847-1852), Uluslararası Emekçiler Birliğinin Marksist fraksiyonunun (1864-1872), Emekçi Enternasyonalinin “kolektivist” ve “sosyal demokrat” partilerin (1889-1914), “Zimmerwald solunun” (1915-1919) ve Komünist Enternasyonalin (1919-1923) sabırlı çalışmaları sayesinde ortaya çıkarılan işçi sınıfı ve komünist teori arasındaki ilişki, 1914 sonrası sosyal demokrat ve Stalinci sendika bürokrasileri tarafından çözülmüştür. Her zamankinden daha fazla olarak kapitalizmin çöküş zamanında gerçek işçi partisi sadece komünist olabilir.

İkinci Enternasyonalin tarihi sonucu Marksist hegemonya altında proletaryanın kitle örgütlerine Avrupa’da, Kuzey Amerika’da ve Okyanusya’da burjuvaziye karşı bir çerçeve sağlamış olmasıdır. Ancak işçi hareketinin sürekli ilerleme döneminin aynı zamanda bir dezavantajı da vardır, bu burjuvazinin baskısı altında bürokratikleşmedir, ki bunun ilk örneği programı açıkça burjuva olan İngiliz işçi partisinin etkisi altında Enternasyonalin en önemli partisi olan Alman SPD’de “revizyonizm” olarak kendini göstermiştir: Webb ve Bernstein tarzı sosyalizm barışsever, seçimci ve devletçidir.

Lenin anlamında “İşçi burjuva partiler” (1916) sendika konfederasyonlarından, işçi partilerinden ve (resmî olarak Marksist olan) İkinci Enternasyonalin sosyal demokrat partilerinden türeyerek tüm emperyalist ülkelerde oluşmuştur. İşçi aristokrasinin isteklerini ve daha da mühim olarak kitle işçi örgütlerinin, işçi sınıfının içinde burjuvazinin şubesi olan bürokrasilere dönüşmelerini yansıtırlar.

1914 senesine emperyalist savaşa destek ve hâttâ sendika bürokratlarıyla sosyal-emperyalist şeflerin (gerek Marksist karşıtı olsunlar, gerekse Marksist dönekleri olsunlar, Fransa’da “devrimci sendikacı” CGT’ninkiler ve SFIO’nunkiler) “kutsal birlik” hükûmetlerine girişi ile canlı bir şekilde ortaya çıkan bu burjuvaziye tâbi olunması, işçi hareketinin geri dönüşü olmayan bir şekilde enternasyonalistler ve sosyal-vatanseverler arasında, devrimciler ve hainler arasında bölünmesine yol açar.

“Merkezcilik (centrisme)” bu bölünmeyi aştığını iddia eden ancak devrimin kelime dağarcığını kullansa bile pratikte proletaryayı “reformculuğa”, yani egemen sınıfa teslim eden politik harekettir.

Rus devrimi ve genel katliam, tüm dünyada küresel sosyalist devrimle Bolşevik parti ve 1919 yılında temeli atılan Komünist Enternasyonal tarafından somutlaştırılan komünist programa büyük bir yankı vermiştir. Her şeye rağmen Birinci Dünya Savaşının sonunda sendika yönetimlerinin ve sosyal-vatansever siyasi partilerin hayatta kalmasının gösterdiği gibi burjuvazinin proletarya üstündeki ekonomik, ideolojik ve politik egemenliği yok olmamıştır.

Lenin ve Troçki’nin önderliğinde Komünist Enternasyonal Avrupa’daki proleter devrimlerin komünist parti olmaması ya da bu partinin deneyimsizliğinden kaynaklanan başarısızlıklarını, kapitalizmin geçici olarak istikrara kavuşmasını ve “İkinci Enternasyonalin” yeniden kurulmasını ele alır. Komünist partilerden kitle sendikalarında çalışma, seçimlere katılma, maskelerini sadece propaganda yoluyla değil aynı zamanda etkinlikler ile de düşürmek için reformcu yönetimlere karşı birleşik cephe taktiğinin kullanılmasını ister.

SSCB’nin yozlaşması ve Stalincilik

Ancak sovyetlerin iktidarının tek başına kalması, emperyalistlerin savaşının yol açtığı yıkımlar, diğer ülkelerin müdahalesi, sivil savaş ve ülkenin düşük ekonomik ve kültürel düzeyi, devrimci parti ile sanayi proletaryasının kontrolünden çıkan bir devlet bürokrasisinin oluşmasına izin verir. SSCB’nin komünist partisinin Sol Muhalefetinin (1924) ve ardından Birleşik Muhalefetin mağlubiyeti Lenin’in ölümünden sonraki bir mirasçı kavgası değil, geçici olarak bazı Eylül kazanımlarını (en önemli üretim araçlarının kolektif mülkiyeti, dış ticaret tekeli…) korusa da iktidarı İşçi Devletinin ayrıcalıklı memur katmanına veren siyasi bir karşı devrimdir. Bu katman artık partiyi kontrol eder, Marksizm karşıtı “tek ülkede sosyalizm” ideolojisini ortaya çıkarır, tarımı şiddetle kolektif yapar (1929) ve yozlaşmış İşçi Devletinde proletaryanın adına son derece despotik (1934) bir rejim kurar. Çünkü proletaryanın özerk her hareketi bürokrasi için kabul edilemez bir tehdit oluşturmaktadır. Bolşevik yöneticiler iftiraya, hapsedilmeye, işkenceye ve öldürülmeye maruz kalırlar.

SSCB’deki siyasi karşı devrimle beraber uluslararası işçi hareketinin bürokrasileşmesi görülmemiş boyutlara ulaşmıştır. İşçi ve sosyal demokrat bürokrasilerine bundan böyle önderleri SSCB devletinin başında olan stalinci bürokrasiler eklenmiştir. Bunların tümü işçi sınıfının mücadelesinden oluşan teşkilatların (sendikalar, işçi partileri, İşçi Devleti) içinde küresel burjuvazinin organlarıdır. Rus bürokrasisi bütün dünyada proleter devrime karşı savaşır çünkü böyle bir devrim SSCB’de işçi devrimine yol açacak ve bürokrasinin SSCB emekçileri tarafından şiddetle alaşağı edilmesine izin verecektir. Alman proletaryasını faşist tehdide karşı “sosyal-faşizm” çizgisiyle bölüp Avrupa’nın en güçlü proletaryasının savaşmadan mağlubiyetine (1933) yol açtıktan sonra Stalinizm, Komünist Enternasyonali devrimci bir örgüt olarak yok etmiştir.

Ezilen ülkelerde “anti emperyalist birleşik cephe” adına, emperyalist ülkelerde “halk cephesi” adına Enternasyonalin bölümleri burjuvaziye tâbi olmuştur. Her devrimci durumda stalinist parti proleter devrimine karşı kararlı bir rol oynar: 1936 yılında Fransa’da, 1936-1938 senelerinde İspanya’da, 1943-1945 yıllarında İtalya’da, 1944-1945 yıllarında Yunanistan’da… 1944-1945 yıllarında işçi sınıfını burjuvazisine ve general De Gaulle’e tâbi tuttuktan sonra, Komünist Parti emekçileri silahsızlandırmış, burjuva devleti yeniden kurmuş, grevlere karşı çıkmış ve sömürge imparatorluğunun yeniden yapılanmasına katılmıştır. Thorez (Komünist Partinin genel sekreteri) 1945 ve 1946’da devlet bakanı olmuştur. 1968’de Komünist Parti 5. Cumhuriyeti gençliğin hareketinden ve genel grevden kurtarmıştır. Burjuva hükûmete 1981 – 1984 yıllarında ve yine 1997 – 2002 senelerinde katılmıştır.

SSCB ve Komünist Enternasyonalin yozlaşması, stalinist partilerin siyasi zikzakları, iğrenç yöntemleri, “Kızıl Ordunun” Almanya’daki davranışı, stalinist rejimlerdeki Rus, Macar, Alman, Leh ve Çinli proleterlerin hayat şartları egemen ideolojiyi önemli ölçüde güçlendirip stalinistlerin selefleri ve rakiplerinin hayatta kalmasını sağlamıştır: Büyük Britanya’da İşçi Partisi ve TUC’ün yönetimi, Almanya’da SPD ve DGB bürokrasisi, Fransa’da PS-SFIO ve FO ile FEN sendika bürokrasileri, hâttâ 1970 yıllarında İspanya ve Portekiz’de PSOE ile PSP’nin yenilenmesi buna örnektir.

Devrimci komünizmin ve Enternasyonalizmin bayrağı 4. Enternasyonal tarafından taşınmıştır

Komünist Enternasyonal’in uluslararası Sol Muhalefeti, 1930’dan 1933’e dek 3. Enternasyonali düzeltmeyi denedikten sonra Nazizmin zaferinin ve enternasyonalist komünistlerin burjuvazilerine tapınan sosyal-vatanseverlerden ayıran sınırın yok olmasına yol açan halk cephelerine dönüşün dersini çıkarır. Leninist Bolşevikler, sosyalist devrim için nesnel şartlarının uzun zamandır hazır olmasına rağmen 2. Enternasyonalin ihanetine eklenen stalincileşmiş 3. Enternasyonalin ihaneti sorununu çözmek için 1938’de 4. Enternasyonali ilan etmişlerdir.

Fransa’da Marksizm, Mollet ve Guesde tarzı sosyal demokrasi ve Thorez ile Marchais tarzı stalinizm tarafından tamamen yozlaştırılamadıysa, bugün komünizm dünya çapında bir siyasi program olarak hayatta kalmışsa, bu öncelikle hem küresel burjuvazinin hem de işçi devletlerinin ve işçi sınıfının kitle örgütlerinin başındaki devrim karşıtı bürokrasinin zulmüne rağmen tüm kıtalarda bu programı taşıyan 4. Enternasyonal üyeleri sayesinde mümkün olmuştur.

4. Enternasyonalin programı (1933 – 1940) Komünist Enternasyonalin programını esas alır (savaşlar ve devrimler dönemi olan emperyalizm, enternasyonalizm, burjuva devletin yıkımı, sovyetlerin ve devrimci partinin gerekliliği, kitle örgütlerinde ve askerliğini yapanlarla çalışma, seçimlere katılma, emperyalist egemenliğine karşı mücadele, birleşik işçi cephesi…). 1920 ve 1930’ların küresel sınıf mücadelesini dikkate alıp “emperyalizm karşıtı birleşik cepheyi” terk eder ve programı zenginleştirir (küresel boyutta sürekli devrim, stalinizmin sosyal demokrasiyle yakınsaması, SSCB’nin yozlaşmış bir işçi devleti oluşu, devlet bürokrasisine karşı siyasi devrim, faşizmle mücadele…)

Burjuvazi ve suç ortağı bürokrasi tarafından öldürülen devrimcileri anmanın en iyi yolu,1936’da stalinistler tarafından öldürülen Ignace Reiss, Ivan Smirnov’u, 1937’de stalinistler tarafından öldürülen Evgueni Preobrajenski, Gueorgui Piatakov, Ivar Smilga’yı, 1938’de stalinistler tarafından öldürülen Lev Sedov, Erwin Wolff, Rudolf Klement’i, 1940’ta daha sonra Kastro tarafından barındırılan bir stalinci ajan tarafından öldürülen Leon Troçki’yi; 1941’de stalinistler tarafından öldürülen Christian Rakovsky’yi; 1941’de Naziler tarafından öldürülen Jean Meichler, Pierre Guéguen ve Marc Bourhis’i; 1942’de faşistler tarafından öldürülen Léon Lesoil, Henrik Sneevliet’i; 1943 yılında faşistler tarafından öldürülen Marcel Hic, Pantelis Pouliopoulos, Joseph Jacobovic, Franz Kascha’yı; 1943 yılında stalinistler tarafından öldürülen Pietro Tresso, Jean Reboul, Abram Sadek, Maurice Sieglman’ı; 1944 senesinde Naziler tarafından öldürülen Abraham Leon’u; 1946 yılında stalinistler tarafından öldürülen Tha-Thu-Thau’yu, 1950’de stalinistler tarafından öldürülen Joseph Kalandra’yı anmanın en iyi yolu, Lenin’in yaşadığı dönemdeki Komünist Enternasyonalin ve Troçki’nin yaşadığı dönemdeki 4. Enternasyonalin programını sağlam bir şekilde korumaktır.

4. Enternasyonal Stalinizmin baskısı altında yok olmuştur

Ancak 4. Enternasyonal, 2. ya da 3. Enternasyonal gibi bir kitle örgütüne dönüşememiştir. İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında reaksiyon tarafından Troçki ile birçok 4. Enternasyonal yöneticisi ve üyesinin öldürülmesi, yeniden yapılanmış 4. Enternasyonalin genç Avrupa yönetimi ve Amerikan bölümü tarafından savaş sonrası durumun idrak edilmesine ciddi bir engel oluşturmuştur. Her iki yönetim de 1940’ların sonunda siyasi istikrarın ve sermaye birikiminin tekrar başladığını reddetmiştir çünkü bu onlara kapitalizmin çıkmazı teşhisiyle çelişkili görünmüştür. Hem Rus devriminin zaferi hem de faşistlerle silahlı mücadele ve Nazizme karşı elde ettiği zafer nedeniyle Stalinizmin uluslararası gücü başka bir ciddi engel oluşturmuştur.

Bu nedenle, burjuvazinin ve onun işçi hareketindeki işçi-burjuva partilerin ve sendikaların hain yönetimleri şeklindeki iz düşümlerinin 4. Enternasyonal üzerinde kurduğu çok büyük baskı, bazı yöneticilerin komünist programı terk etmesine ve devrimci örgütü kurmak yerine kısayollar aramasına yol açmıştır. Bu şekilde, Amerikan hegemonyasındaki Batı Avrupa’da ve Japonya’da devrimin gerilemesiyle Stalinist yönetim altında Orta Avrupa, Yugoslavya ve Çin’de sermayenin kamulaştırılması yüzünden 4. Enternasyonalin Pablo-Mandel-Frank-Maitan yönetimi, 1951’de bürokrasileşmiş işçi devletlerinde politik devrim ve ezilen ülkelerde sürekli devrim programını reddetmiş, yozlaşmış işçi devletlerinde bürokrasinin ütopik “reformuna”, emperyalist ülkelerde “yapısal reformlara” ve ezilen kapitalist ülkelerde millî burjuvazi ile “emperyalist karşıtı birleşik cepheye” gerilemiştir.

Her devrimci teşkilat gibi 4. Enternasyonal de yok edilmeyi kolay kabul etmemiştir. Pablist uluslararası sekreterliği 1952’de, 1950’den beri Bleibtreu önderliğinde Stalinist yanlısı gelişime direnen Fransız bölümü (PCI) kovmuştur. 1952’deki Bolivya devrimi ve 1953’deki Alman devrimi Bolşevik – Leninist programı tamamen teyit etmiştir. Buna rağmen Pablo devam etmiş, Amerikan ve İngiliz bölümlere saldırmış, bunun üzerine de kendisine “Ortodoks” (programa sadık) ismini veren bir fraksiyon ayrılmış ve 1953 yılında 4. Enternasyonalin uluslararası Komitesini kurmuştur.

Troçkizmin “Ortodoks” fraksiyonu 4. Enternasyonali tekrar kurmayı başaramamıştır

Ancak burjuvazinin ve işçi hareketindeki iz düşümlerinin baskısı pablizm’e direnen bölümlere de etki etmeye devam etmiştir. 4. Enternasyonalin uluslararası Komitesi (4EUK), Lenin ve Troçki’nin programının doğruluğunu teyit etse bile “emperyalizm karşıtı birleşik cephenin” ve Bolivya devriminin dersini çıkarmamış, pablist revizyonlara ve yok edici merkeze karşı mücadeleyi çabuk bir şekilde terk etmiş, federalizmi kabul etmiş ve üyelerinin Amerika, Büyük Britanya, Bolivya, Arjantin ve Fransa’da oportünizmlerine göz yummuştur…

Fransa’da, Lambert PCI’nin başına geçmiş ve 4EUK’nin protestolarına rağmen Bleibtreu’yü kovmuş ve ardından Fransa bölümünden kalanı Pablizme gıpta edilecek bir yanı olmayan MNA’nın Cezayir milliyetçiliğinin arkasından koşturmuştur. 1929’da Komünist Liginin haftalık mecmuası olarak temeli atılan La Vérité (Hakikat) dergisini hiçbir teşkilat referansı olmayan “troçkist dergi”olarak değiştirmiş ve yerine Informations ouvrières (İşçi haberleri) gazetesini “sınıf mücadelesinin açık forumu” olarak yayınlamıştır. Pablist Fransızlar, Komünist Parti ve CGT sendikasının “komünist” bürokrasilerine nasıl uyum sağladıysa, simetrik bir biçimde Lambert, FO, FEN sendikalarının ve SFIO’nun “sosyalist” bürokrasilerine uyum sağlamıştır.

1963 yılında 4EUK, Hansen tarafından yönetilen SWP ve Moreno tarafından yönetilen SLATO’nun ayrılmasına maruz kalmıştır. Bu ayrılanlar Mandel’in Uluslararası Sekreterliği ile birleşip (Cannon’un onayıyla) “Birleşik Sekreterliği” oluşturmuşlardır. 4. Enternasyonalin Birleşik Sekreterliği Kastro’ya ve Küba’da Moskova ile ilişkili bir devlet bürokrasisi kurulmasına tam destek vermiş, Latin Amerika bölümlerini Kastrizm ve kırsal alanda gerillalaşma yoluyla yok etmiştir.

4EUK’de Kastrizme muhalefetin başını İngiliz SLL çekmiş ancak kısır bir şekilde Küba’da devrim olmadığını iddia etmiştir ve bunda Fransa’da Lambert’in grubu (Hardy’nin VO grubu gibi) aynı şeyi savunmuştur. 1968’de OCI kendi adına proleter devrim programında çalışmada bulunamamış ve ortamı JCR ve VO gruplarına bırakmıştır. Bu çok önemli olay sırasında ve sonrasında 4EUK hiçbir beyan yayınlamamıştır.

1971’de İngiliz SLL 4. Enternasyonalin Uluslararası Komitesinden ayrılıp işçi birleşik cephesini reddetmiş ve emperyalizm karşıtı birleşik cepheyi kendi hesabına kullanmıştır, bunun için de Kaddafi, Hüseyin ve Arafat’tan para almıştır…

1981’de PCI, cumhurbaşkanlığı seçimine bir adayla katılmak yerine seçilmesinin burjuvazi için bir bozgun olacağını iddia ederek ilk turdan itibaren sosyalist Mitterand’ın adaylığını desteklemiştir. Bir halk cephesi hükûmetinin sınıf işbirliğinden başka bir yol seçebileceğine açıkladıktan sonra, PCI açık bir şekilde (“demokrasi çizgisi” adı altında) reformculuğu ve bunun partide sonucu olan reformcularla organik birliği (“partide değişimi”) kucaklamıştır. Lambert, Cambadélis ve Gluckstein, 1981’de ilk seçin turunda Mitterand’a desteğe karşı çıkan (üyelere bu konuda bir çağrıda bulunmadan) ve ardından 1984 senesinde açıkça reformculuğa dönüşe karşıtlığını bildiren Stéphane Just’ü örgütten kovmuştur. Bunun ardından Just, bir avuç militan ile Komiteyi kurmuştur (CCI(T) ile GB ve aynı zamanda GCPOR ile birçok eski Lambertist gibi yöneticilerinin sosyal-vatansever PG partisine katıldığı sözde bir “Komite” Just’ün Komitesinden gelmektedir). 1985 yılında Lambert, Cambadélis ve Gluckstein “aşırı sonuçları” kınayan MPPT’yi kurmuştur. 1986’da PCI, UNEF üniversite öğrenci sendikasının kontrolünü Sosyalist Parti lehine kaybetmiştir. PCI, uluslararası gruplaşmasının (QICIR) hatırı sayılır bir bölümünü revizyonizme ve tasfiyeye çekmiştir. Mesela Kanada’lı organizasyon NPD içinde dağılmış, Brezilya’lı teşkilat PT’nin bir kanadı muhalefet yaptığı sırada bu partiye yaklaşmış, ve Cezayir’li örgüt FIS’in dincileriyle dolap çevirmiştir.

Buna ek olarak, Mandel önderliğindeki 1963 sonrasındaki SU’nun karakteri eklektik ve federatif olsa da, birçok millî örgüt ve buna 4. Enternasyonalin Uluslararası Komitesinden gelenler de dahildir, stalinist partilerin sapkın örneklerinden (ve yekpare Bolşevik parti efsanesinden) nasibini almıştır. Böylece küçük apareyler tabanın kontrolünden çıkmış, ve en büyük yönetici de apareyin kontrolünden çıkmıştır. Bu, militanların ve işçi sınıfının haberi olmadan bürokratlarla, hür masonlukla, milliyetçi şeflerle ve hâttâ ezilen ülkelerde işçi karşıtı diktatörlerle ilişki kurmalarında izin vermiştir. Enternasyonalin kuruluşu, komünist yönelimin en önemli amacı olmak yerine en büyük millî gruba destek olarak kullanılmıştır. İftiralar ve şiddet, Healy ve Lambert tarafından karşıtlarına sistematik bir biçimde kullanılmıştır.

Sosyal-vatansever partiler yok olmamıştır

Lambert’in iddia ettiğinin tersine (ve NPA’nın CLAIRE eğiliminin tekrar ettiğinin tersine) reformcu partiler reform yapan partiler değildir. İşçi asıllı olmalarına rağmen kapitalist siyaseti yapan, burjuva programı olan partilerdir. Kendilerine ait hiçbir teorileri ya da programları yoktur. Egemen sınıfa katılmalarını saklamak için bir ideolojiye ihtiyaçları olduğu için, koşullara bağlı olarak, gerek yirminci asrın Keynesçiliğinden, gerek 19. asrın siyasi liberalizminden ya da devletçi “sosyalizminden”, gerek 18. yüzyılın cumhuriyetçiliğinden ve hâttâ Hristiyanlıktan parçalar kullanırlar.

Asılları ne olursa olsun, “reformcu” siyasi partiler kendilerine bağlı sendikaların sosyal-vatansever bürokrasileri tarafından tamamlanırlar. Bazı durumlarda, örneğin Büyük Britanya’da ve Brezilya’da, sendikalar işçi partisini kuranlardır. Bazen, Amerikan AFL-CIO için, Arjantin’li CGT için ya da Yunan CGSEE için olduğu gibi sendika bürokrasileri burjuva partilere bağlıdır (Bu, Fransa’da kısmi olarak FO bürokrasisi için de geçerlidir).

Her durumda bu bürokrasiler burjuvazinin emekçi ve genç kitlelerdeki şubeleridir. Önceden sınıf mücadelesi sayesinde elde edilen kazanımları kendilerinin elde ettiğini iddia ederlerdi. Şimdi, dış tehditler ve millî çıkarlar adına esneklik ve işten çıkarmalar konusunda, maaş ve emekli maaşlarının düşüşü konusunda işbirliği yapmaktadırlar. Bunun karşılığında sübvansiyonlar ve beraber yönetim adına kendilerine cömert maaşlı yerler istemektedirler, ki burjuvazinin bazı kesimleri bunu tasarruf etmek için doğrudan bonapartizme ve hâttâ faşizme başvurmayı düşünür.

1914 yılından beri (İngiltere ve Avustralya’da egemen olan) burjuva işçi partilerini (Almanya ve Avusturya’da egemen olan) sözde Marksist sosyal-demokrasiden ayıran hiçbir şey yoktur. 1933 yılından beri, sosyal demokratlık ve stalinci “komünizm” arasındaki en önemli fark, burjuvaziye eşit derecede boyun eğmelerinin ilk durumda doğrudan olması, ikinci durumda ise SSCB’nin bürokrasisi aracılığıyla olmasıdır. Stalinci galaksinin bazı örgütsel kalıntıları, yığınlardan ve yığınların mücadelelerinden tamamen kopuk ve yalıtılmış olarak yükselen Rus ve Çin emperyalizmine bağlılık gösterse de, bu son ayırtı Rusya ve Çin’de stalinist devlet bürokrasilerinin kapitalizmi tekrar kurmasıyla yok olmuştur.

Ancak Fransa’da troçkist olduklarını açıklayan grupların çoğunluğu Komünist Partinin (PCF) Sosyalist Parti’den farklı olduğunu iddia ederler ve Komünist Partiye Sosyalist Partiyle ittifak yapmakla suçlarlar. Komünistler burjuvaziye karşı birleşmek yerine birbirlerini burjuvazi ile ittifak yapmakla suçlamaktadırlar.

1989’dan beri Stalinizmin uluslararası sistemi parçalanmıştır. Bazı bileşenleri yok olmuştur, bazıları siyasi çevreciliğe ya da faşizme katılmış, bazıları da devrim karşıtı tecrübelerini geleneksel sosyal demokrasinin belli fraksiyonlarının desteği ile (Oskar Lafontaine ve Jean-Luc Mélenchon örnektir buna) ve 4. Enternasyonalin yok olmasından gelen merkezcilerin desteği ile egemen sınıfa satmaya çalışmaktadırlar (Yunanistan’da Synaspsismos-Syriza, Almanya’da Die Linke, Fransa’da PCF, İtalya’da PRC, İspanya’da PCE-IU… bunun misalidir).

Sosyalist ve Komünist parti yığınların güvenini kaybettiği sırada, Sosyalist Partinin bir kesiminin başındaki 5. Cumhuriyetin eski bir bakanı, PCI’nin (ve Komitenin) eski troçkistlerinin desteği ile 2009’da “Sol Partiyi” kurmuştur. Sol Parti için kapitalizm bir problem değildir. Bu parti sadece Fransa’da bir siyasi değişiklik kapitalizmin küresel krizini çözebilirmiş gibi davranmaktadır: Komünist Parti gibi daha az liberalizm ve serbest ticaret, tazminat ile daha fazla kamulaştırma ve gerici korumacılığı savunur. Sol Parti, Sosyalist Parti gibi sosyal emperyalist Mitterand’a ve Komünist Parti gibi general De Gaulle’e hayranlık duyar. Aslında diğer sosyal-vatansever partiler gibi Sol Partide Fransız emperyalizmini sonuna dek savunmaktadır ve burjuva ordu ve polisi güçlendirmek istediğini saklama gereği bile duymamaktadır. Komünist Parti, Sol Parti, NPA’nın bazı kesimleri, Maoist PCOF, “egemenlikçiler” ve “çevrecilerden” oluşan ve küçük bir halk cephesi olan Sol Cephe (Front de Gauche), kendini Fransız burjuvazisine devrimci bir durumda bir “çare”olarak sunmaktadır (Mélenchon, 1 Mart 2013).

Devlet bürokrasilerinin (Yugoslavya, Çin, Arnavutluk…) aralarındaki çekişmelerden dolayı zaten sallanmış olan uluslararası Stalinist sistem, SSCB ve Çin bürokrasisinin yok olmasından sonra parçalanmıştır. Buna rağmen Stalinizmin şoven ve gerici mirası hâlâ işçi sınıfı üzerinde bir ağırlık oluşturmaya devam etmektedir.

Küresel bağlamda hayatta kalan partiler işçi sınıfının bölünmesinde ve sınıf işbirliğinde çok önemli bir rol oynamaktadırlar. Böylece Yunanistan’da genel greve ve köylü ve işçi hükûmetine karşı “etkinlik günlerini” kabul edip, Avrupa Birliğine ve Yunan şovenizmine tavizler vererek faşistlerin önünü açmaktadırlar. Böylece Mağrip ve Maşrık’ta, hepsi orduyu savunur, sosyalist devrime karşı kurucu meclise katılırlar ve Arap milliyetçiliğinin nostaljisi, İslamcı milliyetçiliğe katılma ve emperyalizm yanlısı “demokrat” bir partiye dönüşmek arasında gidip gelirler. Nepal’de krallık köylü ve kentli yığınların devrimci baskısı altında yıkıldığında tümü ulusal birlik hükûmetine katılmıştır. Maoist partilerden biri bu hükûmetten ayrıldıysa, bu sadece burjuva ordu onun gerillasını kabul etmediğinden olmuştur.

Fransa’da, Stalinizmin zehirli mirası sadece Stalin ve Thorez’e bağlılıklarını açıklayan gruplarda değil (PRCF, URCF, vs.), aynı zamanda Komünist Parti ve Sol Partide, CGT ve FSU sendikalarının bürokrasilerinde ve değişik şekillerde LO, NPA, POI ve çeşitli küçük grupların siyasi çizgilerinde ya da işleyiş biçimlerinde de bulunmaktadır.

Merkezciliğin ve 4. Enternasyonalin epigonlarının maskesini düşürmek

Uluslararası bir troçkist merkez uzun bir süredir yoktur, hiçbir bölümü hayatta kalmayı başaramamıştır: dolayısıyla 4. Enternasyonal kesin bir şekilde ölmüştür ve önceki Enternasyonaller için geçerli olduğu gibi tekrar kurulması mümkün değildir. Proletarya devrimci bir yönetimden yoksundur ve 1989’da Doğu Almanya’da, 1991’de SSCB’de ve 1992’de Çin’de kapitalizmin yeniden kurulması için yol açık olmuştur, ki bu küresel işçi sınıfının siyasi düzensizliğini arttırmış ve Fransa’da Komünist ve Sosyalist Parti gibi kalan işçi burjuva partilerin sosyalizme tüm referanslarını kaldırmalarına izin vermiştir.

Günümüzde tüm dünyada revizyonistler bürokrasileri güçlendirmektedir. Fransa’da, sayısı binlerce olan “troçkistler” CGT, FO, Solidaires, FSU, UNSA, UNEF sendikalarında ve Sosyalist Parti ile Sol Partide görev ve denetleme yapmaktadırlar.

2009’da LCR, anarşistleri, barışseverleri, çevrecileri ve feministleri uzlaştırmak iddiası adına troçkizm hakkındaki tüm referansları terk ederek NPA adını almış ve her türlü “mücadelenin” partisi olarak görünmüştür. Aslında NPA, Solidaires, FSU ve CGT sendikalarının bürokrasileriyle bütünleşmiştir. Dolayısıyla bu sendikaların genel greve karşı “etkinlik günlerini” desteklemekte ve onlar gibi Birleşmiş Milletlere güvenmektedir. LCR’in yönetimi, medyada ve seçimlerde başarılarına güvenerek Komünist Partinin yerini almaya hazır bir hâle geldiğini düşünmüş ancak Sol Partinin kurulmasıyla can çekişen Komünist Partinin biraz daha zaman kazanabileceğini tahmin edememiştir. NPA bölünme üzerine bölünme yaşamış ve eski LCR’li fraksiyonlar Sol Cepheye katılmışlardır.

LO ise git gide daha fazla CGT sendikasının bürokrasisiyle bütünleşmektedir. LO’nun yönetimi emekçileri “şirket başına” mücadelelere maruz bırakmakta, sendika bürokrasilerinin genel grev karşıtı tüm saptırmalarını desteklemekte ve tüm merkezi politik perspektifi daha sonraya bırakmaktadır. LO 2008’deki yerel seçimlerin daha ilk turunda Komünist Partinin ve burjuva PRG ile MRC’nin parçalarının oluşturduğu halk cephesine katılmıştır.

1991 yılında PCI’nin tasfiyesinden gelen POI (önceki ismi PT’dir), çok küçük bir parti olup tuhaf bir biçimde içinde anarşistlerin, stalinistlerin, sosyal demokratların ve troçkistlerin birliğini oluşturduğunu iddia etmektedir. Aslında FO sendikasının bürokrasisiyle bütünleşmiştir. Bu yüzden POI, FO’nun tüm girişimlerini desteklemekte ve tüm bürokratların en küçük paydası olan şovenizm ve parlamentoculuğu benimsemiştir. Komünist ve Sol Partilerden farkı Avrupa Birliğine olan daha büyük düşmanlığıdır. POI için esas düşman ülkemizde değil, Brüksel’de ya da Vaşington’dadır. POI’ye göre tüm problemler küresel kapitalizmden ve Fransız burjuvazisinin yerel dayatmalarından değil, Avrupa Birliği ve IMF’den gelmektedir.

POI, NPA ve LO git gide Komünist, Sol ve Sosyalist Parti gibi ve tüm sendikalar gibi burjuva devletin verdiği kaynaklar sayesinde işlemektedir.

LO, NPA ve Sol Partinin ortak özelliği devrimci işçi partisinin ve devrimci işçi enternasyonalinin kurulması yolunda engel oluşturmalarıdır. İşçi sınıfı ve gençliğin bilinçli bir bölümünün Sosyalist Partiye bir alternatif ve radikal bir çözüm aramasını yanlış yönlendirmekte, devrim karşıtı apareylerin solunu korumaktadırlar. Hepsi kendine göre geleneksel (sendika ve siyasi) yönetimlere destek olmaktadırlar, ki bu destek olmasa, yönetimler işçi sınıfının ve gençliğin hareketlerini çok daha zor kontrol altına alabilirler.

İşçi bürokrasilerini tasfiye etmeden reformculukla ya da reformculuğun bir kısmıyla bütünleşmenin yapıldığını iddia etmek, sosyal-vatanseverler önünde boyun eğmeyle, komünist programı korumadan vazgeçmeyle ve devrimci işçi enternasyonalinin kurulmasına karşı gelmekle eşdeğerdir. 1914 – 1923 arası Kautsky tarafından temsil edilen “merkezciliğin” ve Fransa’da 1930 yıllarında Pivert’in Devrimci Solunun yaptığı gibi sonunda reformculuğa katılan sayısız akımın yaptığı da budur. 1970 senelerinde Brezilya’da PT’yi kurmaya, Fransa’da Sosyalist Partiyi tekrar kurmaya, Portekiz’de PSP’yi kurmaya, İspanya’da PSOE’yü kurmaya katkıda bulunarak, Polonya’da PSP’yi tekrar kurmaya çalışarak ve ardından 80’li yıllarda PCI’yi MPPT-PT-POI lehine tasfiye ederek kendi düzeyinde OCI-PCI’nin Lambert yönetiminin Avrupa sosyal demokrat bürokrasisi ve FEN ile FO bürokrasileri ile ilişki içinde yaptığı budur. Sosyal-emperyalizmden, sosyal-vatanseverlikten ve reformculuktan sınırlandırma olmadan NPA ve POI gibi her şeyi kapsayan partiler kurmak gerektiğini iddia eden merkezcilerin yaptığı da budur. Stalin ve Thorez’in emekçilere halk cephesi ve De Gaulle’e desteği yutturabildikleri zamanın nostaljikleri olan maoist ve neo-stalinist grupların yaptığı ve Komünist Partiyi kurtarıp bu eski stalinci partiye hiç belirtilmeyen ve her ne olursa olsun devri geçmiş bir altın çağ yaşatmak isteyen La Riposte ve LO fırsatçılarının yaptığı da budur.

Sosyalist devrimi hazırlamak

Devrimci işçi partisini dünya çapında kuruyoruz. Bir emperyalist ülkede çalıştığımız için görevimiz sınıfımızın yabancı bölümünü savunmak ve sorumluluğumuz hükûmeti ne olursa olsun ezilen bir ülkeye askeri müdahale olursa buna karşı çıkmaktır. Lombard ve Mélusine tarafından yönetilen “Komitenin” (bugün Sol Parti üyesidirler) 1999’da NATO’nun Sırbistan’a saldırdığı zamandaki tarafsızlığını şiddetle kınıyoruz. Bizim çizgimiz şudur: emperyalizme karşı siyasi rejimleri ne olursa olsun ezilen ülkelerle birlik; ezilen ülkelerin yığınlarıyla burjuvazilerine karşı birlik.

Kapitalizmin güncel krizinin gelişmesiyle önemli halk hareketleri meydana geliyor ve gelecektir. Yığınların hareketi tarih boyunca kendi kendisini organize etme kabiliyetini göstermiştir (1871’de Paris komünü, 1905 ve 1917’de Rus sovyetleri, 1918’de Alman konseyleri, 1956’da Macar işçi konseyleri, 1979’da İran şuraları, 2006’da Oaksaka komünü). Ancak bu potansiyelin tamamen kendini gösterebilmesi için devrimci partinin etkinliği vazgeçilmezdir.

Reformculukla devrimciliği uzlaştıran parti değiliz, biz devrimci komünist partiyi kuruyoruz. Mücadelelerin partisi değiliz ama biz proletaryanın sınıf mücadelesini sonuna kadar götüreceğiz.

Dağılma ve karışıklığa karşı küresel proleter devrimin yolunu arayan militanlara, fraksiyonlara ve örgütlere yaptığımız çağrıyla ulusal ve uluslararası düzeyde başlattığımız komünist program temelinde toplanmaya devam edeceğiz.

Yaşasın emekçilerin konseyleri!
Yaşasın proletaryanın diktatörlüğü!
Yaşasın Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri!
Yaşasın küresel sosyalist devrim!
Yaşasın komünizm!

Komünist örgütümüz demokratik ve enternasyonalist olacaktır

Marksist Enternasyonalist Grup uluslararası düzeyde Sürekli Devrim Kolektifinin üyesidir. Fransa’da onun çizgisinde ve disiplini altında imkânları elverdiğince mücadele eden komünist militanlardan oluşur. Militanlar maddi olanakları çerçevesinde işleyişine katkıda bulunurlar (katkıların %25’i uluslararası organizasyona aktarılır).

Çelişkili olarak bu ülkenin proletaryasının teknik ve kültürel seviyesi hiç bu kadar yüksek olmadığı hâlde, işçi hareketinin politik ve teorik seviyesi çökmüştür. Bu, komünist organizasyonun Marksist eğitim sorumluluğunu daha da önemli kılar. Militanların ilk eğitimi kişisel okumalar ve sunumlar içeren ve programı ulusal olan “devrimci çalışma gruplarında” yer alır. Devamlı eğitim ise hücrelerde raporlar ile ve bölgesel, ulusal ya da uluslararası “çalışma günlerinde” yer alır.

Üyeler teşkilatın eğilimini en az iki senede bir (mümkünse her yıl) yapılan konferanslarda el kaldırarak oy çokluğuyla belirlerler. Bu fırsatta gizli oylama ile ulusal yönetimi seçerler.

Yerel hücre kendi sekreterini seçer, üyelerinin çalışmalarını belirler ve kontrol eder (fakat sendikaların ya da başka örgütlerin yönetimlerine yönelik çalışmalar ulusal yönetimin de onayına tâbidir) ve yeni üye alır (buna ek olarak diğer örgütlerin sorumlularının kişisel katılımları ve başka örgütlerden kolektif katılım ulusal yönetimin onayına tâbidir).

Üyeler hücrelerinin kontrolü altında iş yerlerinin ya da mesleklerinin en büyük sendikasına katılırlar. Bir sendikada ya da başka bir kitle örgütünde hiçbir ulusal sorumluluk önceden hatırı sayılır bir gruplaşma ya da bir fraksiyon olmadan alınamaz.

Genç üye sayısı yeterli olduğunda gerçek özerkliği olan komünist gençlik organizasyonu kuracağız.
Komünist organizasyon burjuva devlet tarafından en iyi durumda sadece müsamaha gösterilir. Dolayısıyla işleyişimiz örgütün ve üyelerin polise ve faşistlere karşı güvenliğini dikkate alması gerekir.

Dahili bülten her zaman üyeler için hazır bulunacaktır. Üyelerin birbirleriyle görüşme hakkı vardır ve açık bir siyasi temel üzerinde bir eğilim ya da fraksiyon kurmaları haklarıdır. Herhangi bir fraksiyon ya da eğilim ulusal yönetimin organizasyon hakkında ya da siyasi yönelim kararlarına Sürekli Devrim Kolektifinde itiraz edebilecektir.

Örgütün organı mümkünse yılda 5 defa yayınlanan Révolution Communiste (Komünist Devrim) dergisidir. Bu, her şeyden önce Marksist Enternasyonalist Grubun kuruluşuna yarar ve yönetimin baş yazısı, ulusal ve uluslararası bildiriler, çeşitli makaleler, sendikalardaki çalışma ve mücadele raporları ile grubun analizi ve yönelimini gösterir. Bu organ aynı zamanda yayın kurulu da olan ulusal yönetimin kontrolündedir. Diğer örgütlerle görüşmelerde, gösterilerde, iş ve eğitim yerlerinde üyeler tarafından sistematik bir şekilde satılır. Ulusal yönetimin denetimi altında bir İnternet sitesi ve broşür yayını ile desteklenir.

28 Nisan 2013